Ekonomide algı gerçeği yener mi?

Son dönemde bildiğiniz üzere hepimiz döviz kurlarıyla yatıp, döviz kurlarıyla kalkıyoruz

28 Ağustos 2018 - 12:27
Son dönemde bildiğiniz üzere hepimiz döviz kurlarıyla yatıp, döviz kurlarıyla kalkıyoruz. Döviz kurlarında son dönemde ciddi dalgalanmalar görüyoruz. İktidar muhalifleri bunu iktidarın kötü ekonomi yönetimine bağlarken, iktidarda bunun asıl nedeninin ABD’nin yeni bir ekonomik savaş girişimi olduğu, Trump’ın açıklamalarının ve piyasadaki bir takım kötü niyetli oyuncuların katkılarıyla döviz kurlarının yukarı seviyelere doğru yöneldiğini ve ülkemizin ekonomik bir saldırı altında olduğunu söylüyorlar. Hükümetin meseleye bakışı ve algısıyla, muhalefet partilerinin meseleye bakışı ve algısı birbirinden oldukça farklı.

Halkta ve firmalarda her zaman olduğu gibi iktidarla muhalefet arasında sıkışarak, kendilerine anlatılanları ne olduğunu anlamakla birlikte gerçeğin ne olduğu konusunda kafaları karışık. Ekonomideki gerçek durum ne? Eğer ekonomideki bu algılardan negatif olan baskın olursa yani firmalar ve hane halkı birimlerinin meseleye bakışını negatif yönde etkilerse ekonomide toplam talep ve toplam üretimimiz azalır; eğer ekonomideki bu algılardan pozitif olan üstün gelirse toplam talep bundan olabildiğince az etkilenir; toplam talep bir parça ve üretim de bir parça düşer. İlk durumda ekonomi Hard Landing dediğimiz sert bir düşüşle karşı karşıya kalır, ikinci durumda ise Soft Landing dediğimiz yumuşak bir düşüş gerçekleşir. Ama her durumda kaçınılmaz olarak ekonomideki büyüme hızında bir düşüş ve ekonomide bir daralma gelecektir. Bunun nedenleri ve göstergeleri hakkında burada bahsetmeyeceğim.

Aslında iktisat psikolojik bir bilimdir. Beklentiler ekonomik birimlerin (kişi, hane halkı, firma vs) kararlarını etkiler ve davranışlarını şekillendirir. Beklentilerdeki negatif bir algı oluşması ürkek olan sermayeyi ve yatırımcıyı kaçırır, beklentilerdeki pozitif algılar ise sermayeyi çeker ve yatırımcının yüzünü güldürür dediğimiz bir ortam sağlar. Gerek iktidarın gerekse de muhalefetin üzerinde durması gereken esas nokta; şu dönemde öncelikle algı yönetiminin gerçeği yönetmeden daha önemli olduğudur. Eğer biz bu dönemde algıyı yönetemez isek; tüm ekonomik birimlerin yatırım kararlarında TL varlıklardan uzaklaşmayı da beraberinde getiririz.TL varlıklardan da uzaklaşma yerli ve yabancı yatırımcılarda dövize hücumu getirir ve diğer gelişen/gelişmekte olan piyasalara yönlendirir. Dolayısıyla burada gerek iktidarda gerekse de muhalefette siyasilerin algının gerçek kadar önemli olduğunu hatta algının ekonomide gerçekten daha önemli olduğunu bilmesi gerektiğidir.

Rakamlarla baktığımız yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduat hesaplarında eğer bir artış varsa burada negatif algının pozitif algının önüne geçtiğini; eğer yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatlarında bir azalma varsa da pozitif algının negatif algının önüne geçtiğini anlayabiliriz. Peki, gerçek bu değerlendirmelerde nerede? Ülkemiz ekonomisini dış borcunun kamu ve özel sektör olarak 400 Milyar USD civarında olduğu ve enflasyonun yükselmekte olduğu doğrudur. Bunlardan herkse o kadar çok bahsetti ki ben asıl meseleye dönmek ve farklı bir pencereden meseleye bakmak gerektiğini düşünüyorum. Aslında çokça konuşulan üretim ekonomisine geçmeliyiz gibisinden birçok söylemde mevcuttur. Eskiden ekonomide kamunun payının çok yüksek olduğu ve ekonomide özelleştirmelerle kamunun ekonomiden çekilmesini ve liberal ekonominin hakim olması gerektiği söyleniyordu. (Devleti küçültmek vs.) AKP öncesinde tüm iktidarlar ve AKP bu felsefeyle özelleştirmeler yaptılar ve kamunun ekonomideki payı gittikçe azaldı, yani en genel tanımla devlet fabrika yapmaz oldu, bu işi özel sektörün yapması istendi ve onlardan beklendi /teşvikte edildiler. Özel sektörün sanayi kuruluşu açması ve üretimde yer alması beklendi, çünkü batı ülkelerindeki gelişme ve refah artışı böyle sağlanmıştı. Bize batılılar böyle öğretmişlerdi.

Bizde kırk yıldır bunu yapmaya çalıştık ve hala çalışıyoruz. Biz sandık ki; bankalarımız firmalarımıza düşük faizli borç verirse onlar üretim tesisi açar, biz sandık ki; onlara ihracatta tüm dünyanın kapılarını açıcı düzenlemeler ve kolaylıklar sağlarsak onlar daha fazla üretir. Aslın biz serbest piyasa ekonomisinin kurallarının hakim olduğunda her şey iyi gider sandık. Peki firmalarımın yaklaşık 300 Milyar USD’lik borcunun olduğunu düşündüğümüzde bu borç ne için alındı. Bu alınan para faaliyet dışı gelir elde etmek için mi alındı yoksa; üretim tesislerinin büyütülmesi ve yeni tesisler açılması yani faaliyetlerden gelir elde etmek için mi alındı. Eğer üretim tesislerinin büyütülmesi için alındıysa niye hepimiz üreten ekonomi olmalıyız diyoruz. Niye endişeleniyoruz ki? Zaten biz bu yolda yani üretmek için borç almışız ve üretime yatırmışız? Eğer biz bu parayı düşük döviz/TL kredi faiziyle alıp, ülkemizde yüksek faizli TL varlıklarına mı yatırdık acaba? Ya da en karlı yatırım olarak görüp konut mu yaptık - sattık? Sonra ABD’nin kademeli faiz artışıyla ve ABD – Türkiye gerilimiyle kurlar yukarı yönlü gitmeye başladığında da; Eyvah durumuna mı düştük.!

Devlet ve hükümet burada yani serbest piyasa koşullarının olduğu bir ekonomide bankaya sen bu krediyi sadece üretim tesisi ya da fabrika açmak için vereceksin deyip, bir düzenleme yapamaz. Bu krediyi alan firma ister bunla yol yapar, ister konut isterse de fabrika açar. Burada bir özeleştiri yaparak kendimize; devlet acaba bu firmalara borçlanmayla ilgili sınırlamaları / borçlanma şekli ve içeriğiyle ilgili düzenlemeyi yıllar önce yapması gerekmiyor muydu? Meselenin aslında yapısal kaynaklı nedenleri var. Ülkemizde son 15 yıldır ciddi bir ekonomik büyümeyle birlikte sermaye birikimi de olmuştur, fakat o sermayeyi yönetecek entelektüel birikim maalesef yoktur. Sermaye ve ekonomik büyümeyle doğru orantılı olarak bunu yönetecek entelektüel birikim gelişmemiştir/gelişememiştir. Sermayeyi doğru ve karlı yönetecek entelektüel bilgi ve birikim maalesef eksiktir. Çünkü firmalarımızın geneli hala aile şirketi hüviyetinde olup, kurumsallaşmadan uzaktırlar. Entelektüel birikimi olan sermayedarlar, konut sektöründe bir defalık gelir elde edeceğini ve parada para kazanmanın yani faaliyet dışı gelir elde etmenin riskli ve sürdürülebilir olmadığını bilir ve markalı / ihracata ve teknolojiye dönük yatırım yaparlar yani getirinin uzun vadeli ve sürdürülebilir olanına bakarlar. Şirketlerini kendileri değil, ehil yöneticileri yönetir.

Değerli okurlar, ülkemizin içinde bulunduğu krizin iki yönü vardır. Birincisi Türkiye – ABD gerilimiyle birlikte bir takım yabancı yatırımcıların ülkemizi terk etmesi (TL varlıklardan çıkma), diğeri de özel sektörün borçluluğudur. Kamunun yani devletin kriz yaratacak ne iç borcu ne de dış borcu vardır. Rakamlar herkese açıktır, bakabilirsiniz. Diğer bir hususta ülkemizde finansal entellektüalitenin düşük olmasıdır. Bir ülke düşünün ki herkes döviz konuşuyor. Dünyada dönen 5 Trilyon dolarlık sıcak para yatırımcısı yani okyanusta av arayan köpek balıkları bizi izlemektedirler. Nasıl ki köpekbalıkları okyanusta bir damla kan gördüğünde kana koşar ve onu yerler; onlarda bu köpek balıkları gibi tüm dünyada kar/kazanç peşinde koşarlar. Bizde yatıp kalkıp; battık bittik / döviz uçtu uçacak deyip, kendimizi kanatıp dikkatleri üzerimize çekiyoruz. Onlarda okyanusta kana gelen köpek balıkları gibi bizim piyasalarımızdan para kazanmayı bekliyorlar ve para kazanıp gidiyorlar. Döviz kurları 7,8 TL olunca bunlar ülkemizden çok para kazandılar. Gerek iktidar gerekse de muhalefet artık kurları konuşmamalıdır, sadece hükümetten bazı yetkililer konuşmalıdır. Yoksa, bu köpekbalıkları canımızı daha çok yakacaklardır. Eğer Birlik olursak, algının gerçeği yenmesine müsaade etmemiş oluruz. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz.

YORUMLAR

  • 0 Yorum